10 Haziran 2010 Perşembe

TAŞIYAMIYOR * kaydedildi

Aslında gereksizdi, hem düşündükleri, hem söyledikleri.

Bir saate yakın, otobüs bekleyen memurla, istemdışı olsa da göz göze geldiler:

"Sen beklediysen ben beklemedim mi?" dedi memura.

"Size beklemediniz demedim ki!"

Bu defa da; `ne o bakmalar?` diye söylendi.

Sözleri, öyle uzaklara gidecek kadar çıkmamıştı ağzından. Yani, yanındaki duyacak kadardı. Oysa adam, beş adım kadar ilerisindeydi. Yalnızca bir mırıltıydı duydukları.

Adamın karşılık vermemesine sinirlenen kadın;

`Ne o sırıtmalar, ne o ışmarlar?` diye söylendi.

Bu defa, daha anlaşılırdı söyledikleri.

Şimdi duymuştu. Duymuş ve anlamıştı genç kadının dediklerini.

"Işmar ettiğim yok. Gülümsemem de sana değil," dedi.

Durup dururken böyle düşünmek ve böyle demekle onun bunun kalbini kırmak nedendi? Neden öyle dedi memura? Önce düşündü ve sonra dedi; `ne kadar ışmar etsen de sana kur yapacak, pas verecek değilim. Seninle ortak yanımız yok. Şöyle bir baksana; tipim misin benim?`

Gereksiz olan; genç kadının böyle düşünmesiydi ve homurdanmasıydı. Evet gereksiz olan bu

kelimelerdi. Adam duymasa da gereksiz olanı yapmıştı. Kendi de pişmandı ve tedirgindi. Tedirgin olduğunu, otobüse binerken gerisine dönüp genç adama bakarken ki tavırlarından anlamak mümkündü.

Adam, önce yanına oturmak istemedi ama boş yer yoktu. Oturdu. Oysa, önce yaşlı kadın o boş koltuğa oturmak isteyince, hem muavin, hem de şoför müdahale etmişler:

"Rezervasyon yapıldı." demişlerdi.

Ne bilsin rezervasyonu mezarvasyonu yaşlı kadın. Sanırım, `tehlikeli` anlamına geldiğini anlamış ve sükut etmişdi.

Otobüsün genç muavinine gizlice baktı kadın.

Şimdi av muavindi. Sıra muavindeydi. Önceden tanıştıkları, ama arkadaşlıklarının ilerilere gitmediği belliydi.

"Seni, dedi muavin, Kemal beye şikayet etmişler."

Erkek böyle derken, kadının konuşması için konu aradığı belli oluyordu.

Soluyarak konuşmasından belli idi söyleyecekleri.

Yani, kadını konuşturmak istemesi.

Genç kadın önce çevresine baktı. İnsanları ilgilenmiyor görünce muavine döndü ve gülümsedi.

Acaba, göz kırpma var mıydı bu hareketinde?

(`Vardı yahut yoktu,` demek olmaz. Olmaz çünkü böyle bir hareket yakalayamamıştım. )

"Öyle dedi, öyle ya, ondan gereksiz adam tanımıyorum. İnsanların en gereksizi."

Bunları genç kadın söyledi. Kadın, bu sözleri arkadaşım dediği adam için söyledi.

Hayır, öyle demedi, gereksiz kelimesi doğru ama, insanların "en" i diye vurgu yapmadı.

"İşte telefon dedi muavin kadına. Kemal bey hatta. Seninle konuşmak istiyor. Gereksiz, dediğini anlattım."

Sonra telefonu kadına verdi muavin. Durum değişti. kadın, sarardı ve morardı. "Kemal`cığım dedi, sana öyle der miyim? Ben yanlış anladım. Sen kim, gereksiz olan kim?" dedi kadın.

*

Maraş bana 3 numara küçük geliyor, dedi. Ya da Maraş bana yetişemiyor, dedi. İşte böyle bir şeydi söyledikleri. Durup dururken bu cümlenin ne anlamı vardı?. (Maksadını biliyorum. Biliyorum ya, yanlış anlaşılmaktan korktuğum için söylemem.) Neden söyledi bu sözleri?

Yakışıklı muavin sordu:

"Evet dedi, (yakışıklı gencin daha söyleyecekleri bitmeden) Antep te öyle."

Muavin; `öyle mi?` dercesine baktı.

"Yıllardan beri Adana`da yaşarım, dedi kadın. Evet, dediklerin doğru, Maraş`ın çocuğuyum, inkar etmiyorum. Çocukluğumun şehri olarak kaldı. Beni taşıyamayacağını anlayınca ayrıldım. Yıllardan beri gitmiyorum. Görmediklerim var, hasret gidereceğim. Biliyor musunuz ben deniz sezonunu açalı aylar oldu."

"Ben de her gün denize giderim dedi muavin. Her gün Mersin`deyim, günde bir saatim denize ayarlı."

*

"Yirmi yaşındayım," dedi kadın.

Kendine yaşını soran olmadı ki!

Yirmi yaşındayım sözü beni kadına baktırdı.

"Hayır, dedi genç adam, olamaz, değilsin."

Böyle derken de gülümsüyor. Sanırım bu itiraz genç kadını gücendirmedi.

Şaşkınlık içindeyiz. O sözü bana bile abes geldi. Ben de en az 30 yaşında olduğunu düşünüyordum.

Kimlik çıkarıyor. Kimliğini genç adama uzatıyor. Tavırlarında, bir yumuşama, bir ikna etme belirtisi var.

Daha geçen seneye kadar ufacıktım. Ufacık bir kız. Ufak tefektim. Birdenbire oldu büyümem. Senenin başında şişmanladım. İri bir kız. 71 kilo idim. Şimdi 61 kilo.

*

Çantasını açıyor. Makyaj tazeleme yapacağı belli.

*

Araba durdu.

Binenler iki kişiydiler.

Otobüsün durması onu pek fazla etkilemedi. Belki farkına bile varmadı. Bulüzünü geri attı. Boynunun ve omzunun iyice açılmasını sağladı.

Şimdi de `kur`u yeni binenlere idi.

Yanıbaşına bıraktığı sakızı yeniden aldı. Yaptığı bir baloncuk değil de kocaman bir balondu.

Sonra sere serpe koltuğa uzandı. Bir hoş oldum. Hep ona baktılar.

Baksınlar.

Aldırış etmedi. Belki, bakışlardan hoşnut oldu. Kocaman bir mutlanmanın bedenini sardığı gözlerinin gülmesinden belliydi. Mutlanmanın verdiği şevkle yüzü ışıldadı. Bakışlara gülümseme ile karşılık verdi. Her bakış sahibine `gel gel`edişi vardı sanki.

Orhan Veli`nin o şiiri ve şiirdeki anlatılanlar aklıma geldi. "O kadar da olmaz ki."

Bir de banim o şiirim: "Oğlum Hasan sakın annene söyleme!"

O zamanlar küçücüktü Hasan. Kahvehaneye mi gitmiştim? Yoksa yasal olmayan bir şeyden sonra mı yazmıştım o şiiri?

*

Kaçıncı kereydi ayna tarakla oynaması?


Biz öndeyiz, dedi bir yaşlı adam bana. Daha bizden geride 40 kişi var. İşte o 40 kişi bu olaydan mahrum.

"Mahrum" kelimesinin, adamın ağzından çıkışı bana alayvari geldi. Ama doğrusu da buydu.

*

Bir tünel geçiyoruz. Sonra uzun bir tünel daha. Ve son tünelden sonra yağmur başlıyor. Önce arabanın camını bir güzel dövdü yağmur. Bir serçe kuşu arabanın hızına dayanamadı. Yere düşüşü acıklıydı. Bir sinek aynısını yapmak isteyince yanıbaşımdaki ihtiyar samurdandı:

"Serçe bile geçemedi, değil sen."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder