26 Mart 2009 Perşembe

GÜDÜ *

İçindeki çekişme ile karşı karşıyadır.

Ruhundaki boşluğu görür gibi oluyorum. Bu, yüzünden belli. Mutsuzluğunu biliyorum. Önünde mutlu bir yaşamın olduğu müjdesini benim vermem olmaz. İstiyorsa verebilirim ama… Hoş. Kendinin anlayabilmesi daha bir önemli. Kendini zorlasa… Gururunu bir tarafa atsa… öyle demek istemedim: Tabi ki ayak altına atacak değil gururunu. Diyordum ki, evet söylediklerimi uygulasa huzuru yakalar. Aksi halde bunalım kaçınılmaz olur. Böylelerinin bunalıma girdiğini ve sonrası.... intihara kadar uzanan hikayelerini bilirim. Beni, günlerdir uğraştırmaya ne gerek vardı sanki? İstiyorum ki… Şimdiye kaynaşmış olurduk. O kadar da değil. Tanıyorum canım. İsmini bile biliyorum. Beni kim tanımaz, kim bilmez ki, o bilmesin!

Kalktı.

İlerideki fötrlü adamın yanına oturdu. İçindekilerin alenice boşaltılması gerekliliğini sanan adam kendi kendine – ama yanındakinin de duyabileceği kadar- söylendi durdu: ‘Bakın karşıdakilere, nerede ise ruhları donuklaşmış. Mezara gidecek adamlar. Kim bilir evde ne huysuzluklar yapıyorlar? Şuram ağrıyor, yok efendim ben bunu yemem. Yemek beğenmemek, nimete itiraz… Ağrır tabi, hareketsiz durursanız, olacağı bu. Yaşıtlarından kalan mı var? Ya mezardalar, ya hastanede, ya da huzur evinde. Bre adamlar, siz yaştakiler camilerde tesbih çekiyor.’ Söylenmesinin burasında fötrlü adam kendine baktı. ‘ Ne bakıyorsun, dedi adama, ’ ‘ Sen neden tesbih çekmeye gitmiyosun algıladı bu bakışı.

‘Ben gitmiyorum. Yaşım genç.’

‘Genç mi?’ dedi şaşkınca.

Ekledi: ‘ Ne zamandan beri yetmişlikler genç sayılıyor?’

Kısık bir sesle: ‘ Hadi mezara deseler, itiraz edecek mecalin kalmamış.’
Söylediklerini, yaşlı adam duysa da, yaşına binaen anlamadı.

‘İşte bak. Şu karşıdaki, çıplak kafalı, kel herif. Sürekli ayakta. Sanki bir saraya dikilmiş anıt. Süleyman Mabedine anıt yerine diksen itiraz etmez. Hoş ya, itiraz edecek mecali mi kalmış ki? Antik çağlardan kalma bir tavrı var.’

Kalktı.

Bunalıma yakalanmasına ramak kaldığını iddia ettiği, henüz tanışma fırsatı bulamadığı, ama arkadaşım diye tabir ettiği kadının yanına oturdu.

Henüz tanışamadığı arkadaşının yüzü alayvari gülümseme ile kaplandı. Şimdi, alaylı gülümseme yerini acıya bıraktı.

Tuhaf bir tedirginlikle adama baktı.

‘Daha medeni, daha çağdaş olamaz mısın?’ Dedi.

‘İçindeki boşluğu görür gibi oluyorum.’

‘Bırak bunları. Yaşama gücüme müdahaleye hakkın var mı?’

‘Var.’ Demeli miydi acaba? Demedi. Doğrusu, ne konuşacağını bilmiyordu.

Bilinen, bir cümle söylemişti: ‘Dilerim nasip olmaz.’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder