26 Mart 2009 Perşembe

HASET * buraya geldim

Çünkü, siyasi görüşleri ayrı olduğu gibi kültürel anlayışlarının da ayrı olduğunu bilen bay T.* tavuktan bir parça koparıp, bayat olduğu kanısına vardığı leşi fırlatıp, dilini çıkardı, dudaklarını yaladı. Bu alemde kendinin en yetenekli yaratık olduğunu sanarak ağzını şapırdatıp, başını kumakertiş gibi kaldırıp sağa sola baktıktan sonra tilkice düşüncelerini depoladığı yüreğini yokladı.

K.* için yeni bir hile. K.yi soyutlama eylemini düşüncelerine getirdi, çoktandır belleğinde var olan bu yolu kendi kendine rötuş etti.

Leşten geriye kalan : Dudaklarında ekşimtrak bir tat. O kış gecesi yaladığı kusmuğa benzer.

Yine de mutlu.

Ama telaşlı, ama kaygılı, ama kederli, ama tasalı hiç değil.

Sıradan, adi, çerçeveli ama çok numaralıymış süsü verdiği gözlüğünün altından K.ye baktı.

Buslu.

Gözlüklerini çıkardı baktı.

Bulutumsu.

Düşündü.

Kalktı.

Alanda ileri geri adımladı.

Kapıya yöneldi.

Sansar bile onun gideceğini sandı.

Gitmedi, oturdu.

Seçtiği yerin yumuşaklığı onu gevşetti.

Gerildi.

Koltukta kayboldu: Arkadan bakılsa koltuk boş sanılırdı.

Düşündü: Kendine filozof desinler istiyordu. Arkadaş bildiklerine çok kez de söylemiş, “ bana feylezof “ diyeceksiniz demişti.

Düşünme yetisinin azlığından olacak ki, ön ayağını alnına götürdü.

Düşündü.

Tilkice.

Dalkavukça.

Leş kokan hilelerdi bunlar.

Bir engel daha var. Kuzu ile aralarındaki bağ. Kopmak üzere olan bağ.

Arkadaşlarını da Kuzu ile ilgilenmesinler istiyordu. Ki, engel o zaman kalkardı.

Konuşturmamalıydı.

Kimse bilmesin, toplum bilmesin istiyordu K. 'nin sanatının güçlülüğünü. Biliyordu K., Kimsenin iç çamaşırını çalmamıştı. (Kimseye kazık atmamıştı.) Öyle bir düzen kurmalıydı ki, plan çok sağlam olsun, proje estetik. Çalan su yüzüne, çaldıran tabana inmeli. Günlerce düşünmesinin meyveleri: Düzen. (Hile)

(O gün Eriza ile konuştuk. Buna konuşma denmez, bir çeşit dertleşme. Yüreğindeki gizlilikleri açtı bana Eriza. Her bir şeyini söyledi. Akşamüstünün karanlığı gibi çöktü içime Eriza’nın itirafları. Neden söylüyor bunları dedim önceleri. Şaştım ama o heyecansız anlattı yaşamını. Berrak sözler. Karşı evin penceresindeki adama bakarken yakaladım gözlerini. ‘O, amcamın oğlu,’dedi. ‘İnan, ak sözler bunlar’ Bir yazara her şeyimi anlatırım demesinden sonra anladım içtenliğini. Yanımıza biri geldi. Ağabeyim dedi. Başkasına kız kardeşim, dedi. Nişanlım şimdi asker dedi Eriza. Orada da sökük dikiyor.

İkinci gün onu uygunsuz yakaladım kardeşim dediği çocuk ile. Her şey olsun ve bitsin, ister bir hali vardı Eriza’nın.

Bunları: Eriza’nın desisesi ile bay T.’nin düzenini ayrı görmediğimden anlattım.)

Meclis ve yeri: İçinde yaşanılan imparatorluğun öncüleri tarafından atlarını bağlama gerekçesiyle çaktıkları kazık büyümüş büyümüş. Kocaman ağaç olmuş. Asırlara meydan okumuş. Alanın ortasına kurulu bu meclisi, işte bu yaşlı ağaç gölgeliyor. Çevresi örülmüş. Üzeri açık bırakılmış. Ağacın kökü kovuk, alana buradan giriş var. Aynı zamanda felaketlerden gizlenme yeri. Aşağılarda ama çok ilerilerde kentin gecekondu evleri ve ötesinde çok nüfuslu olduğunu müjdeleyen bir yerleşim yerinin çok katlı yapılarının başlangıcı.

Irmak: Kıvrıla kıvrıla akıyor ve uçsuz sanılan ovada kayboluyor.
Gölün yorgun, dalgasız suyu.

Buradan her bir şeye kuş bakışı bakılıyor.

Sanki ağır dağlara sarkan kirli bulutlar içinde oturuluyor. Yemyeşil bir plato.

Baharın hitamının sembolü, sararan ekin tarlaları. Uzayan karınca yuvaları ve düşüncesinde bile faaliyetini sürdüren bay Tilki.

(Şu an anımsamakta güçlük çekiyorum: Bay T. ' nin sırtında ne vardı? Hava ılık olmasına, başka bir deyişle post giyilmeyecek olmasına karşın ne vardı sırtında bay T.'nin? Ağır kuralların alındığı mecliste çarpıcı özelliğe sahip olanların bulunması mı gerekiyor?) Ortalıkta dolaşan bir tuhaflık var. Olmaması gereken bir garip hava dolaşıyor ortalıkta.

T. nin umutsuz olduğu belli. Gözleri yuvasından fırlayacakmış gibi. Kızarmış. Gözlerinin beyazı büyümüş. Çok gecedir uykusuz sanki. Yüzü toprak rengi. Konuşunca tükürükler saçılıyormuş gibi.

İççekişler.

İçi bulandı. Başı döndü. Ah ! dedi, sansar’a baktı. Gözgöze geldiler biran. Dudaklarını araladı. Ses çıkarmadan konuştu. İkna edemedim seni dedi. Yeniden baktı ve yeniden aynı sözleri yineledi. Biliyorsun, benim gücüm yetmeyebilir, sen parçalayabilirdin. Rica ettim sana. Sözlerimi hafife aldın. İkna edemedim. Yaralasan bile yeterdi. Gerisini bana bırak dedim sana. Yaralasan.. Kovalar bir çukura düşürebilirdim. Üç gün bekler, yerdim.

Hoşgörü diyor, sevmek diyor K., bir kalbi kazanmak diyor, bir gönüle sahip olmak diyor. Birleşelim diyor. Doğru sandıklarımıza saplanıp kalmayalım. Seneler var ki geriye doğru gidiyoruz. İçimizdeki tahribat büyüyor. Ütopik olmayalım. Belirli seviyemiz olsun. Aşağılarda kalmayalım. Birbirimizden yararlanalım. Üretici olalım. Kalite önemli olmalı.

Öte yandan T. çaresizliğini ayrımsadı.

Sevemiyor. Yaşlı değil ama yüreği yaşlı. Ömrü sırtında bir yük: Bunu bilemedi. Geleceğe ümitle bakamama korkusu var.
Hangi dünyada yaşamalı. Yaşadığı bir düş dünyası.

Artık onu ancak hasetle karşılayabilir, yaptıkları doğruları yanlış göstererek durdurabilirdi.

Kalkmak istiyor.

Yüzü korkunç.

Başının döndüğünün bilincinde.

Beyni karışık.

Kalkamıyor.

Kalkma! diyor içinde yeni oluşan tilkice bir ses.

Kalkma! Ortalık haset kokuyor.

Öte yandan K. Yine de hoşgörüyü elden bırakmam, beni kovanlara hoşgörü ile yaklaşırım diye düşünüyor. Karşımdakinin sızlanmalarını duyuyorum. İki duvar arasına sıkışmış bir varlıkmış gibi görüyorum onu. Evet, bana iki duvar arasına sıkışmış gibi geliyor T.

Masada bir tablet.

K.'nin yazıtları: Danikan’ın anlattıkları yoktu elbet o kutsal sandıkta. O, Tanrıların Arabaların’dan yola çıkarak gelmek istedi, geleceği yere. Yanlış bir yolculuk. Sandıktakiler: Her iki kardeş elçinin birer asası, birinin ayakkabısı ve diğerinin üstlüğü vardı. Bize ait olan ne varsa hepsi o yaldızlı sandıkta.

----------------

*T. Tilki
*K. Kuzu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder