26 Mart 2009 Perşembe

DOYMAK *

Akşamdır.

Boşalan park. Belli yönlere doğru çekilen ama geniş arazisinde kaybolan binler.
Lunapark civarı tıklım tıklım. Dondurmacılar yerel kıyafetlerinin altında, başları önde, külekleri ile meşguller.

Uzaklardan gelen rüzgar ipil ipil.

Çocuklar bir öte, bir beri.

Uyku saati gelen, yaşlı adamlar,  hurma dalının gölgesine uzanan Leyla misali ağaçların karanlık gölgesinde mızkanıyor.(Kestiriyor, şekerleme yapıyor.)
Kızlar, oğlanlara inat kakül indiriyor.

Tüm bunlara karşın park seyrekleşmiş değil, mevcudiyetini koruyan huzur sahnesi, bozulmuş değil.

Yanındaki kalkınca adam da kalktı. O oturunca adam da oturdu. Acaba, diye düşündü. Acaba oturmasa idi miydi? Hayır, dedi sonra, doğru olanı yaptığının kanısına vardı. Yüzde yüz doğru olanı yapmıştı.

Yalnız ikisi.

Vermek istediğini, veremiyor. Cesaret, diye söyleniyor ama, hayır, veremiyor. Vermek o kadar zor olmasa gerek. ‘Ama ben veremiyorum.’ Arkadaşlarına; ‘benim sosyal yönüm bir çoklarınca bilinmez. Pısırık biri olarak telakki edilirim bazılarınca. Ama hayır. İşte böyle demişti arkadaşlarına. Canım hep kelimesi kelimesine olacak değil ya! Buna benzer de olabilir söylediklerim.

‘Seninle çocukluk / oyun arkadaşıyız.’ dedi birden. Neden dedi? Demese iyiydi ama dedi işte. Sonra da: ‘Elifi eksik mi olacak? Asacaklar mı beni böyle konuşmamdan dolayı.’ Diye düşündü. (Bu sözü aralarındaki samimiyetin bir göstergesi olarak söylediğini farzetmişti ama samimiyet falan da yoktu ki. Evet yoktu. Neden bunu düşünememişti?) Şimdi durum daha değişik. Tepemde yanan lamba sanki bir ateş küresi imiş gibi.’

Yanındakinin bakışının şiddetinin azaldığını fırsat bilen adam, saatlerdir, yapmak isteyip te yapamadığı eylemini şimdi yapabilirdi. Böyle düşündü. Klasik bir hareketle elini koynuna soktu. Tavus kuşu gibi kabaran gömleğinin altındaki karanfillerden birini çıkardı.

Daha açık bir ifade ile bunu sana sunuyorum,’ dedi. Ne ifadesi? Nereden çıktı bu sözcük? Yoksa yeni kelimeler çıkmış ta, varlığından habersiz miydi arkadaşı?

Bir garip baktı.

Bakışları, çiçeklere değil, çiçeği verene idi. Oysa adam; ‘ bu bakışlar bana’ deyip, umutlanmıştı.

Havuzdaki suya düşen gözlerin sahibi şöyle düşündü; ‘aslında hiç te açık bir ifade değil söylediklerin. İfaden anlaşılmaz da olsa, ben anlıyorum. Duygularını anlıyorum. Karmakarışık anlatım.’

Evet, bu anlatım şekli karmakarışıklığı beraberinde getiriyordu.

Adam; ‘bu çiçeği almalısın,’ dedi.

‘Hayır almam,’ dedi bakışlarını havuzdan çevirmeden.

‘Ruhunun tatmin olması için alman yeterli.’dedi. (Hani, yalnızca ağzını açtığı hareketi vardı ya, işte yine öyle yaptı.) Karanfili, arkadaş bildiğinin yüzüne doğru uzatınca, ter kokusunun baskın olduğu çiçek geri itildi.
‘Ufkum daralıyor. Nefes alamıyorum.Boğulacağımı hissediyorum.’

Gecedir.

Kalktı. Bu kaçıncı kalkışıydı arkadaş bildiğinin. Yine elini çekti ve oturmasını sağladı.

Vakit geçmiştir.

Nedendir, ufkum daralıyor’u tekrarladı. Kalkmak istedi. Hayır, içindeki güdünün oturmaktan yana olduğunu bildi. (İçinde oynaşan iki duygu: Kalkıp gitmek ve oturmak.

Birincisi sönük, ikincinin yanında bir hiç mesabesinde. ) Seninle bu konuda diyaloga girip, düzenimin bozulmasını istemiyorum. Yakışmaz bana.’

Gece yarılanmıştır.

‘Ne demek düzenimin bozulmasını istemiyorum? Ne demek yakışmaz bana? Bu saate kadar kimseyi zorla tutacak olmadım.’

Adam, kendini yeniden yokladı; yeni gömleği, takım elbisesi, boyalı ayakkabısı, kıravatı ve kıravatının iğnesi. İki parçalı ve geriye taralı yağlanmış saçı. Ellili yılların modası... Hayır değil: Cumhuriyet Devrinin modasına uymuştu. Her şeyi yerli yerinde idi.

Zaman diliminin en değerli anı: Ezan sesleri

Işımıştır.

Güneş, kentin yukarılarına ilk ışıklarını salıyor. Kazma etekleri hala geceden kalan uyuşukluğu yaşıyor.

Yönü batıya.

Başkonuş suskun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder