10 Haziran 2010 Perşembe

KUŞ VE ÇOCUK *

Anne uyuyordu, baba uyuyordu, ev halkı da öyle.

Etrafa bakınınca her bir şeyin yokluk gibi olduğunu anladı.

Kalktı.

Uyuyan abisinin başında dineldi. İşte sayıyorum, dedi kendi kendine; bir, iki, üç… ama dört diyemedi. Yedi, dedi sonra. Yeniden denedi; bir, iki, üç, beş, yedi… Oysa abisi ona kadar saymayı öğretmişti.

Akşamdan tasarladığı tutkusunu gerçekleştirmeliydi.

Kapıyı yavaşça araladı. Bir kedi titizliği ile. Kapı gacırtı yapsın istemiyordu. İtina gösterdi, başardı. Gözlerini ovalıya ovalıya bahçe kapısındaki yaşlı hanımelinin kokusunun sindiği basamaklardan indi.

Oyununa akşam bıraktığı yerden başlamalıydı. Başlamalıydı ya, çamurlar kurumuş, sertleşmişti. Kemerini çözdü. Toprağı islattım zannıyla kemerini bağladı. Tuzlu damlalar kurumuş çamurların arasında eridi. Etli parmaklarının arasında sertleşen çamurun daha da yumuşaması gerekliği düşüncesi ile aynı eylemi yeniden yapması gerekiyordu.

Bu şekilde olmaz, çamurda kuruma ve dağılma var.

Kemerini çözdü, dakikalarca bekledi ama çamurum üzerine dökülecek damlalar kalmamıştı.

*

Uzaklardan gelen silah sesi, geç kalmış, acemi horozun sesine karıştı. Hesapta olmayan şeyler. Nereden geldi bu ses? Akabinde enginlerden uçmaya çalışan ama beceremeyen, kuş çocuğun oyun evinin içine girdi.

Yaralı.

Lanetlenmiş insanların yaraladığı kuş, cinslerinin en küçüğüne sığınıyordu.

Elini evciğinin içine soktu. Çamurlu parmaklarında, yumuşacık tüyleri arasından gelen sıcak kanların damlalarını hissetti.

Çocuğun elinden sıyrılan kuş, güneşin doğduğu yöne doğru uçmak istedi. En fazla yarım ağaç boyu yükseliyor, sonra düşüyordu. Sanki bir oyun. İki ileri ve bir geri. İşte en güzel bir oyun, diye düşündü çocuk. Az uçup, çok dinlenişi çocuğun iştahını kabarttı. Çamurla oynamayı bırakarak, gel gel dercesine inip kalkan kuşun peşine düştü.

Kuşluk.

Güneş doğduğundan beri süren bu oyunun sonu gelmeliydi artık.

Kuşun çıkardığı sesler çocuğun içine doldu.

Ötmüş olsun, çik çik desin sonra kuş. Hayır, yalvarırcasına yapmasın da diyeceklerini, anlayabileceği bir sesle anlatsın.

Arzusunun son hedefi onu yakalayıp yumuşak tüylerine yeniden dokunmaktı.

Bilinmezdi. Neden kaçıyordu ki çocuktan? Çocuğun kuşu korumaktan başka arzusu yoktu. Eğer kuşu yakalarsa – muhakkak yakalayacaktı – doğru sağlık ocağına götürecek, kanayan yarasını sardıracak ve evinde onu iyi oluncaya kadar misafir edecek sonra da salıverecekti.

Evet böyle olacaktı.

Başka bir düşüncesi yoktu.

Kuş, iyi emellerini neden anlamıyordu ki?

Neden ha bire kaçıyordu?

Çocuk gittikçe uzaklaşıyordu.

Artık sabahtan uzaklarda.

Öğleyi yakalamak üzere olduğunu karnını acıkmış olduğundan anladı.

Tepeleri aşmış, dağın eteğindeydi. Burada dinlenmeliydi. Dinlenmeliydi ya, kuş uzaklaşırsa? Ya, onu bir daha bulamazsa ne olacaktı?

Sahil boyunca gelen esinti kuşun sesine karıştı.

Kekik kokulu esinti.

Çalıların bitişiğinde durdu.

Kuşunu kaybedince, yorulduğunu anladı. Küçücük ayaklarının şiştiğini, bedeninin sızladığını duydu.

Dinlenmeliydi. Dinlenmenin oturarak yapılacağını bilmese de yorgun bedeni onu yere attı.


*

Çalıların arasından kaçan bir tavşan uyanmasına vesile oldu.

Ne kadar uyuduğunu bilmese de yorğunluğunu attığını düşündü.

Bir ses. Bu kuşunun sesiydi. Sesiydi, çünkü onun sesine aşina olmuştu. Dağılan dikkatini toplamak, öyle bakmak istedi.

Öyle de yaptı.

İçi, nedensiz duygularla doldu, bakışları bir noktada durdu. Dikenli çalının dalları arasında gezinen kuşu gördü.

Bu kendi kuşuydu. Ötmesini bekledi. Ötünce emin oldu ki, kendi kuşuydu. Başını annesinin dizlerine koyduğu zaman ki mutluluğu duydu.

Şimdi başka bir çalıda.

Bir küçük ağaç boyu havalandı. Bu deneme de boşa gitti.

Kuş tembel çıktı.

Kuş, çocuğu oyalıyor, çalıdan çalıya düşüyordu.

Gün sarardı, iki boynuz arasında asılı kaldı, akabinde kayboldu.

(Uzakta gibisin/Dişi miydi yoksa erkek mi kuşum./Gece yaklaştı salınarak/Kızıllıkları içine çekti- Çiçek çiçek açtı sesin/Çözül de gel bana- Öt te böceklerin sesini bastır/Gel de, gönlüm suskun kalmasın.- Sesin bir eski zaman masalı/Başı boş gece başladı.- Gece gündüz olur ya/Şimdi yüreğimde çatırdılar- Karanlık ve aydınlık /Dua edince, yalvarınca.)

Çocuk, bu şiiri söyleyecek kapasiteye sahip değildi. Değildi, çünkü, o daha konuşmayı bile tam yapamıyordu.

Uzaklardan gelen yumuşak seste bu şiirin kelimeleri gizliydi. Hayır, dedi çocuk, kuştan gelen yalvarmalarda bu cümleler gizli. Çocuk, böyle demese de, buna benzer düşündü.

Bu şiir; bence, çocuğun seneler sonra söyleyebileceği dizelerin belleğindeki çözümlenmiş haliydi.

Akşam olmak üzere.

Ne karanlıktan korkuyor, ne sessizlikten ne de ıssızlıktan.

Olanları oyun sanıyor, sanki Aliş’le oynuyordu.

Ezan sesi.

Uzaktan hoş geliyor.

Çömeldi.

Şimdi üzerindeki kuru kanların zar zor seçilebildiği elini ileri doğru uzattı. Çocuk, kuşu kıstırmak için fırsat kolladı.

Nafile.

Yoruldu.

Uyudu.

Kuş uçtu ve kucağına geldi. Hem sandığı kadar yarası yoktu. İyice baktı ki, yarasının olmadığını gördü. Teleklerinde sıyrık ve kurumuş iki damla kan.

Aliş nereden peyda oldu?

Kuş şimdi Aliş’teydi. Kendi kuşunun Aliş’te olması çekilir gibi değildi. Aliş, elindeki kuşla ileri ve geri adımladı.

Aliş, kuşu çocuğa vermek istedi:

Al,dedi çocuğa.

Almam, dedi çocuk.

Neden almıyorsun, dedi Aliş.

Bu kuş benim değil, dedi çocuk.

Ne arıyorsun öyle çalılar arasında?

Kuşumu arıyorum.

İşte kuşun.

Dedim ya, benim kuşum değil o. Onun aradığım kuş gibi dipdiri olduğunu, beni özlemiş olduğunu sanmıyorum.

Senindir bu.

Nerede ise ölecek bir kuş benim olamaz.

Uyandı

Yine de yorgun bedeninde sızlamalar var.

*

Akşam:

Dört bir yönden gelen sesleri dinledi.

Acaba kasabası hangi yönde idi?

Önündeki çalının dalları hışırdadı.

Saatlerdir aradığı kuşuna kavuşmanın verdiği heyecanla gözleri parladı.

Gülümsedi.

Elini gelişi güzel çalının içine soktu. Çalının dalları iniyor ve kalkıyordu.

Yüzü güldü.

Bir yumuşaklık hissetmeden önce, içi çiçek çiçek açtı.

İşte yakaladım, diye düşündü sonra.

Neden düşünmüştü böyle?

Kolunda bir ağırlık hissetti. Küçük bedeninde sarsıntı duydu. Bilmediği, kuş sandığı nesnenin boğazı sıkılınca uzun gövdesini çocuğun koluna doladı. Etli parmaklarını taşıyan kolunu kurtarmak istedi.

Nafile.

Yüzü birden karardı. Gözü bulutlandı. Yapışkan damlalar alnına düşmeğe başladı. İlk defa korkuyu bildi. Olan olmuştu. İçindeki karartı artıyor, beyni eşeleniyordu. Tepeler, sahile doğru kaydı, gök iyice yaklaştı.

Artık ölüm bir yardımcı gibi gelirdi ona. Bakışları, saçlarını yolan bir anneninkinden farksızdı. Kan içinde olduğunu sanıyordu, ama hayır, bedeni gitgit morarıyor, şişiyordu.

Güneş doğarken onu yüzü koyun yatarken buldular.

Bir anne kucakladı.

Boğazını sıktığı nesne kapalı avucunun içindeydi.


*


Nesnenin boyun çocuğun boyundan çok uzundu.

*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder