10 Haziran 2010 Perşembe

DOĞAN'IN ÖYKÜSÜ 2 *

Yattı.

Döndü, durdu.

Bir ara mızkandı. Horladı bile.

Homurtuya kedi uyandı.

Kaçacak yer aradı hayvan. Korktu ve kulaklarını dikti. Halıya benzeyen nesneyi çiğneyerek geçti.

Hızlı.

Durdu.

Kıştanberi kurulu duran sobanın içindeki yerine girdi. Fare avlarken saklandığı yerdi burası.

Nefis gözlerindeki doğanın verdiği ışık karanlığı deldi.

*

Doğan uyandığında sabah yakındı.

Giyindi.

Dedesinden kalma, rengi dönmüş kıravatını takmayı ihmal etmedi.

Uzaktan gelen sabahın habercisi sesler odada oynadı, durdu.

Ezan sesleri ona ninni gibi geldi.

Yüzünü yıkamadan, evin daracık avlusuna doğru yürüdü.

Ezan sesleri birbirine karıştı. Her yönden geliyordu ses. Şimdi nereye gitmeliydi?

Şuanda mevsimin yaz olduğunu ayırt edecek kadar olgun bulmuyordu kendini. Havanın sıcaklığına aldırmadan muska muşambası kadar kayganlaşmış kalın ceketini giydi.


Komşunun odasında yanan ışık onu irkitti. Kendini elektiriğe çarpılmış gibi hissetti. Cümle kapısını çekmeyi akıl erdiremeden yeni sese doğru ilerledi.


Fahri’nin camisi.


Camide kapı önündeydi.


Bir ara son cemaat mahalline çıktı.


Cemaatsız kılınan namazın ilk rekatında yanındaki müezzini taklit etti. Secdeyi uzun bir yatma telakki etti ki usandı.


İmam bir türlü eğilmek bilmiyordu. Okudukları duymadıkları şeylerdi.


Ama Doğan bunları hep biliyordu. Zaten bilmediği de yoktu.


Namazı bırakmalı, başka camiye gitmeliydi. Uzak ta değildi Kışla camisi.


İkinci rekatta namazı bıraktı. Çantasını karıştırmak, içindekileri dökmek sanki daha önemliydi. Öyle yaptı. Koltuğunun altından ayırmadığı kirli çantasındaki demir paraların sesi camide yankılandı. Cahal birinin ıkırdaması başladı. Doğan kendini topladı; para saymanın, hesap yapmanın yeri burası olmadığını anladı.


Doğan, bütün bunları düşündü mü?


Doğan bunları akıl edecek kadar olgunlaşmamıştı, ya da şu an için böyle bir düşünceye uzanması kabil değildi ama etrafta varlığını hissettiren, içinde dolaşan bir duygunun hareketlerine engel olduğu kesindi.


Kışla camisi.


Işımıştı. Güneşin Ahırdağının eteklerine ışıklarını vurduğu bir andı. Bahçeye girdi. Dağılan cemaattan arta kalan son ihtiyar da oturduğu banktan kalktı.


Doğan, modern biri olduğunu düşünerek çeşmeyi açtı ve yüzünü yıkadı.


Caminin kubbesindeki yuvalarından avluya inen iki guguk kuşunun arasından geçti. Kuşlar onu fark etmediler bile.


Bir hayalet gibi avludaki çoğalan kuşlar arasında dolaştı durdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder